12 Haziran 2013 Çarşamba

Geyikli Gece

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan, toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı

İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarımız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerIeri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben

Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum

Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

TURGUT UYAR

1 Eylül 2012 Cumartesi

"yol"


 „yol“ hikayesini kendi yazıyor. Sen ne kurgularsan kurgula , o bildiğini okuyor. Aynı rotadan defalarca gitsende her seferinde başka bir hikayeye çıkıyor.

24 Nisan 2012 Salı

SarHoş

özlemek garip.. böyle yazmak kadar garip en az.. kış uykusundan uyanmış gibiyim.. sanki durmuş zaman ve ben yatmışım uykuya, kafam durmuş. beynim çalışmıyormuş. ve şimdi yeni yeni uyanırken bu uykudan, uyuşmuş bedenimle zihnim doğan güneşe uyum sağlamaya çalışıyor.. o uykunun alışkanlığıyla güneşin sıcaklığı karışıyor ruhumda.. yazıyorum gelişine.. kafam güzel uzun zamandır olduğu gibi.. gözyaşlarım kahkahalarıma karışıyor.. herşey girdi birbirine..
gözlemek
özlemek
ve emek...

8 Nisan 2012 Pazar

-TüketMe-

Herşey geçiyor hayatta.. yaşıyoruz ve daha çok tüketiyoruz; bu esnada üretmek pek yaptığımız bi eylem değil..
seviyoruz mesela.. en çok da o zaman tüketiyoruz galiba..çünkü bizlere herşeye yaptığımız gibi sevgiyide tüketerek yaşamamız öğretilmiş..
yoo hayır suçu sisteme atmıyorum. kapitalist düzen bizi böyle yaptı diye başlamayacağım anlatmaya.. ama sizde biliyorsunuz biraz da bu yüzden böyleyiz.
hal böle olunca insan, onu insan yapan en önemli özelliğini kaybedince de olanlar oluyor işte. çevresindeki herşeyi ve doğal olarak kendisini de tüketiyor.
işte bu yüzden istiyoruz yanımızda birilerini ona yaslanmak sen tükendiğinde onu tüketmek için.. herşey başa sarıyor sonra.. oysa ne güzel olurdu beraber üretsek.
sevmek fiilini anlasak. sevmekten türesek sevgili olsak.
olsun..
sevmek tükendi ya buluruz nasıl olsa tüketicek başka bi eylem..


12 Eylül 2011 Pazartesi

ganjin kiyisindan...

gorakhpur tren istasyonundayz ve biz hala bulduğumz en saçma yerde trenin hareket etmesini bekliyoruz.

hindistan.. başka bir dünya bambaşka bir kafa..
çılgınlık kaos pislik trafik rikşalar black haşhiş sadular, hindular, karmaşa,pan inekler, sidik kokusu fareler ve her yer bok...

sınırı geçtiğimizden beri bakıyorm. ne desem ne yapsam olmuyor.. ne düşünsem nasıl adlandırsam yetmiyor... tarifi imkansız dediklerinden. yaşattığı şok heyacan meraksa bambaşka...

Ben meraklı gözlerle etrafı izlemeye, bu yeni karşılaştığım dünyayı anlamlandırmaya çalışırken, en büyük merak konusunun kendim olduğunu farkediyorum. Yolun tam ortasına işeyen adam, inekle beraber yatan kadın, çırılçıplak istasyonda yatan amca ve diğerleri, sırtımda çantamla bir köşede sigaramı tüttüren beni daha ilginç buluyor. Çevremde, çevremizde izleyicilerden bir halka oluşuyor. Nepalden sonra tabi garipsiyoruz. ve daha tüm bunları sindirecek vakit bulamamışken varanasiye doğru olan 10 saatlik, ve sidik kokularıyla bezeli tren yolculuğumuz başlıyor..

dışardan anlatınca veya düşününce kötü gelen koşullar içine girdiğinde ne kadar kötü olursa olsun katlanılır oluyor. bizim yolculğmzda öyle oldu. ilk başta ki huzursuzluk geçti ve rahat rahat yolculuğmuzu tamamladık aslında.insanın bulunduğu koşula bu kadar hızlı uyum sağlayabilmesi çok güzel veya biz çabuk adapte olan bi grubuz :)

sonuç olarak yorucu, zor ama bir o kadar da keyifli bir yolculuktu. kathmandu'da iki büklüm başlayan otobüs yolculuğu, ardından rickshawlarla kısa bi yolculuk ve karşımızda beliren
" WELCOME INDIA"  yazan kapı.

Üstünde hoşgeldiniz yazan bir kemerin altından gecince, yanı " sınırı geçince" insan dünyası değişecek diye bekliyor bi an için..

sınırlar nerede başlıyor? nerede bitiyor hayatlar? bir şehir bir aile nasıl bölünüyor ikiye? nasıl düşman ediyor görünmez çizgiler bizi birbirimize?

"Sonuali",  "sınır geçtiğimiz" yerin adı. "SINIR GEÇMEK" ne kadar garip, hatta saçma bir ifade.
ülkelerin sınırları var, ınsanların sınırları. Kızıyorum!!

Zamanı parçalara ayırıp hükmetmeye çalışmışız, yetmemiş toprakları parçalara ayırmışız, görünmeyen sınırlara hapsetmişiz sevgimizi; o da yetmemiş ama... bu sefer kendimizi parçalara ayırmışız, vücudumua hapsolan ruhumuza da sınırlar koyup paramparça olmuşuz...

Yolculuk.. İşte tam bu parçalanmışlığınla yüzleşip, kaybolmak demek. parçaladığın ruhunu biraraya getirmek, hapsolduğun bedeninden kurtulmak, sınırları, ülkeleri aşıp amanda kaybolmak... katettiğin yollar kadar çoğalmak, suya, toprağa karışıp tekrar varolmak...

ve varanasi... işte tüm bu kayboluş ve tekrar varoluşun merkezi... kendini bulmak, bütün olmak ve ruhunu özgür bırakmak için insanların akın akın geldiği büyülü kent. kaosun içindeki huzur..

kendimi arıyorm, ganjın kıyısına inip ruhumu rüzgara bırakıyorum...


NAMASTE

24 Ağustos 2011 Çarşamba

nepalde bir akşam...


adını koyamadığm bir his nedenini bilemediğim bir heyecan var içimde..
zihnim bomboş.
belki de hatırlayamadığımdır heyecanlandıran..



her yanım kadın. her yerde kadın.  sokakta, pazarda, motorsiklette , tarlada, okulda... sürekli gülümseyen yüzleriyle, tüm varlığım kadın...











çocuk var bide. çikolata rengi teni, sürmeli kahverengi gözleri ve mahçup gülümsemesi... anlamadığım bir dilde bana seslenişi ve elimi tuttuğunda verdiği huzur..




gökyüzüne çeviriyorum bende gözlerimi, bırakıyorum bedenimi... görmeyi duymayı ve hisstemeyi keşfediyorum..









bir akşam nepalde ve yine aynı bahçenin aynı köşesinde kalakalmak  var bide.. ingiliz erkeğinin ses tonuna takılmak. derinden gelen o gür sesi duymak..
ve hapsolmuş ruhunu kurtarmak hedefiyle, taşımak bedenini başka bir renge...

çünkü  " gerçekliğin sonsuz okyanusundan tek bir deniz kabuğu kaldı geriye."

23 Ağustos 2011 Salı

bir salı akşam üstü...

not düşmüşm defterime bir salı akşam üstü diye... ne yazdığım anı hatırlıyorum ne mekanı bilmediğim bi yerden bilmediğim bir zamandan iz kalmış....



"zaman yok! mekan yok! her yanım sessizlik ve huzur.
kafam ağır. duyan yok!
adımdan bir esinti.
ritm...
sessizlik dalga dalga geldi...."